Adalet için Demokrasi inşa edelim..

BASINA ve KAMUOYUNA

Dünyada COVİD-19 salgının da tetiklediği otoriterleşme eğilimi ile birlikte, yoksulluk ve adaletsizliğin derinleştiği, emeğin gasp edildiği, sosyal devlet ve hukuk devleti ilkesinin ciddi şekilde aşındığı bir döneme tanıklık etmekteyiz. Küresel ya da bölgesel ölçekteki savaş ve çatışmaların da etkisiyle otoriter rejimlerin güçlendiği; özgürlük-güvenlik denkleminde özgürlüğün güvenliğe feda edildiğini gözlemlemekteyiz. Bu tercihin sonucu olarak, hukuk ve devlet arasındaki belirgin olması gereken çizgi ortadan kalkmış, yargı, denge ve denetleme yetkisini kaybetmiştir. Bunun sonucu olarak da günümüzde halen insanların etnik kimliğinden, renginden, cinsiyetinden, cinsel yöneliminden, dilinden, din ve mezhebinden, inancından, siyasi-vicdani ve felsefi kanaatinden bağımsız olarak, insan olmaktan gelen hakları ve dokunulmazlıkları olduğu temel fikri dünya çapında yeterli kabul görmemiş, insanlık adeta bir kriz ile karşı karşıyadır.

Bu kriz hali, maalesef Türkiye’de de tüm yoğunluğu ve ağırlığı ile yaşanmaktadır. Darbe sonrası çıkarılan KHK’lar sonrasında yasa hükmü haline getirilmiş, Ülkemiz adeta bir “sürekli OHAL” rejimine dönüştürülmüştür. Hükümetin yargı üzerindeki vesayetinin sonucu olarak yargı, iktidarın kendisini “sürdürülebilir” kılmasının  bir aracı haline gelmiş, tarafsızlığını ve bağımsızlığını tümden yitirmiştir.

Yargı mercileri arasındaki Anayasal ve yasal hiyerarşinin bile dikkate alınmadığı bu dönemde, bazı mahkemeler AYM ve AİHM kararlarını uygulamakta dahi imtina etmektedir. KHK’ler ile ihraç edilen binlerce kişinin hak arayışının sadece 4 idare mahkemesinin ve 11 kişilik OHAL komisyonunun insafına terk edilmesi yaşanan mağduriyeti daha da derinleştirmektedir. Terör tanımının genişliği ve muğlaklığı, yargının muhalif sesleri susturma konusundaki araçsallığıyla birleşince binlerce kişi soruşturma ve kovuşturmalara uğramakta, kamu görevinden ihraç edilmekte ve tutuklanmaktadır.  Nitekim her yıl inşa edilen cezaevlerine rağmen, cezaevlerinin büyük bir kısmında kapasitelerinin üstünde mahpus tutulmaktadır. 2020 Nisan’ında yürürlüğe giren yeni İnfaz Kanununu da sorunu çözmek bir yana getirdiği eşitsiz infaz sistemi nedeniyle sorunları daha da ağırlaştırmıştır. Salgın gerekçesiyle mahpusların zaten kısıtlanmış olan hakları daha da kısıtlanmaktadır. Cezaevlerinde işkence ve kötü muamele, tecrit ve diğer hak ihlallerinde artışlar da bunu göstermektedir. Öyle ki infaz sistemi açısından aynı kategoride olan ve aynı yasal düzenlemeye tabi olan mahpuslar bile keyfi olarak farklı uygulamalarla karşılaşmaktadır. Bu keyfi ve yasaya aykırı uygulamalar nedeniyle mahpusların başlatmış olduğu açlık grevleri bir kez daha gündeme gelmiştir. Bu nedenle daha önceki tecrübeler ışığında hükümeti ulusal ve uluslararası mevzuata uymaya, cezaevlerindeki tecrit, işkence ve kötü muamele, haberleşme, gazete, radyo ve televizyondan yararlanma, sağlık hakkı, şartlı salıverilme hakkı gibi temel haklar konusunda önlem almaya çağırıyoruz.

Kürt Meselesinin demokratik, barışçıl ve adil çözümüne karşı hükümetin geliştirdiği güvenlik odaklı defansif politikalar, halklarımızın daha fazla acı çekmesine ve yoksullaşmasına yol açmaktadır. Bir kısır döngüden ibaret olan bu politik tutum, sadece insan hakları ihlallerine yol açmakla kalmamakta; dış politika, ekonomi ve sosyal haklar konusunda da ağır tahribatlar yaratmaktadır. Politikaya hakim olan kutuplaştıran ve ayrıştırıcı dil, nihai olarak tüm toplum katmanlarına da nüfuz etmekte, şiddet, toplumsal yaşamın bir parçası haline gelmektedir.

Bunların yanı sıra adil yargılanma hakkı, cezasızlık politikasındaki ısrar, kadın cinayetleri, tarihsel ve kültürel miras talanına yönelik tutum,  çalışma hakkı, ifade özgürlüğü, toplanma ve örgütlenme özgürlüğü gibi temel hak ve özgürlüklere yönelik sistematik engellemelere ve ihlallere tanıklık etmekteyiz. Bu koşullar altında hükümetin vaad ettiği yargı reformu ve yeni anayasa tartışmalarının siyasal, sosyal ve ekonomik altyapısı yoktur. Nitekim yapılacak yeni anayasanın en az içeriği kadar önemli olan nokta, yapıldığı dönemin koşullarıyla da ilgilidir.  Hatta çoğu zaman anayasanın yapılma sürecine ilişkin eleştiriler, anayasanın içeriğinin de önüne geçmektedir. Çünkü  “toplumsal sözleşme” olarak da adlandırılan anayasalar, geniş bir toplumsal katılım ve mutabakat sağlanırsa meşru ve kalıcı bir anayasa olacaktır. Toplumun bu denli kutuplaştırıldığı, medyanın tekelleştiği, sivil toplumun boğulmaya çalışıldığı, medya ve ifade özgürlüğünün tehdit altında olduğu, bir muhalefet partisi liderinin AİHM kararına rağmen hapiste tutulduğu, parti kapatmaların gündemde tutulduğu, kayyum atamalarının rutin bir idari uygulama haline geldiği, yargı bağımsızlığının ve tarafsızlığının olmadığı bir dönemde, yeni bir anayasa yapmak mümkün olmadığı gibi yargı reformunun da bir inandırıcılığı ve toplumsal karşılığı bulunmamaktadır. Yeni anayasa için öncelikle siyasette daha yapıcı bir dil kullanmak, yanı sıra yargı bağımsızlığı, basın ve ifade özgürlüğü gibi temel meselelerde hızlıca iyileştirmeler yapılmalıdır. Bu “yol temizlikleri” yapıldıktan sonra Türkiye’nin ihtiyacı olan demokratik, katılımcı ve çoğulcu bir anayasanın yapılmasına bizler de memnuniyetle destek ve katkı sunacağız.

Bu dönemde iktidarın politikaları sonucunda derinleşen ekonomik krizin bedeli, emekçilere ve yoksul halk kesimlerine ödetilmektedir.  Bunun sonucunda da ülkede ekonomik krizden kaynaklı intihar vakalarının ciddi artış göstermesi bizleri endişelendirmektedir.

Bizler Emek ve Meslek örgütleri olarak; Türkiye’nin ciddi bir hukuk reformuna ihtiyacı olduğunu vurgulayarak, başta ifade özgürlüğü olmak üzere toplantı ve gösteri hakkı, adil yargılanma hakkı, yargı bağımsızlığı gibi temel hak ve özgürlükler alanını genişletecek bir hukuk reformu, toplumsal barış ve ekonomik gelişmişlik için bir zorunluluk haline gelmiştir. Yapılacak bir hukuk reformu sonrasında, yeni bir anayasa gündeme alınmalı, toplumsal sözleşme olan ve toplumun tüm kesimlerini kapsamı gereken anayasanın yapılması sürecine ülkedeki siyasi partiler, Barolar, meslek odaları ve STK’ların dahil edilmesi başta Kürt Meselesinde demokratik ve kalıcı barışın sağlanması açısından bir tercih değil, zorunluluktur. Son olarak,  Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararlarının bağlayıcılığı dikkate alınarak kararların derhal uygulanmasına, cezaevlerinde bulunan mahpusların sağlıklarının daha fazla tehlikeye girmemesi, açlık grevlerine yol açan koşulların ortadan kaldırılması için hükümet, Adalet Bakanlığı ve ilgili kurumları hak ihlallerinin sonlandırarak ve her türlü tecrit ve izolasyonun kaldırılmasına yönelik bir an önce adım atmaya davet ediyoruz.

Unutulmamalıdır ki; Onurlu ve adil bir yaşamı benimseyen, tam demokratik ve eşit yurttaşlık temeli üzerine kurulu bir hukuk devletini ülkedeki tüm halklar ile birlikte inşa edebiliriz.

BÖLGE SİVİL TOPLUM  KURULUŞLARI